Evvel zaman içinde uzak diyarların birinde güneş kafalı, tatlı mı tatlı bir prens doğmuş. Gözleri amazon ormanlarından daha yeşil, dudakları çilek gibi tatlıymış. Kader cadısı hiç oğlu olmadığı için çok kıskanmış sarı prensimizi. Kralın yanına gitmiş. Çok güzel bir oğlunuz olmuş majesteleri, hayatı boyunca her dileği kabul olsun, hep mutlu, sağlıklı, uzun bir ömür yaşasın ama tahtınıza asla çıkamasın demiş ve dönmüş gitmiş. Kralın kafası karışmış. E uzun ömürlü olucak, sağlıklı olacak, tahta çıkamamasını gerektirecek hiçbir şey yok ki demiş ve kader cadısının dediklerini ciddiye almamış.
Gel zaman git zaman, bizim sarı prensimiz büyümüş gencecik bir delikanlı olmuş. Herşeyi merak ediyormuş. Herşeyi öğrenmeye çalışıyormuş. Bir gece yıldızları izlerken bir dilek tutmuş. Ey, kayan yıldız! Hayatımda bilmem gereken herşeyi bana gösterecek biri olsun. Bana gerçekleri, doğruları göstersin diye dilek tutmuş. Yıldızın kayışını izledikten sonra derin bir nefes almış. Nefesini verdiği anda, ağzından çıkan sapsarı bir ışığa dönüşmüş. Işık yerden biraz toprak, nehirden biraz su almış ve yakışıklı bir adama bürünmüş. Sarı prensle bilge adam böyle tanışmış. Aylarca o nehir kıyısında buluşmuşlar, günlerce o nehir kıyısında sevişmişler. Bilge sarıya hayatla ilgili herseyi anlatmış. En sona da sevgiyi bırakmış.
Sevgiyi öğrenen sarı prens hemen sevilmek istemiş. Gözlerini kapatıp bir dilek tutmuş. Biri gelsin ve beni çok sevsin demiş. O sırada yoldan geçen erdem krallığının prensi nehir kıyısına su depolamak için gelmiş. Gözlerini açan sarı prens karşısında uzun boylu, yapılı taş gibi bir erkek görmüş. Erdem prensi bizim sarıyı görünce tutulmuş kalmış. Gözlerini ondan alamıyormuş. Tutmuş ellerinden sarının ve bir daha bırakmamış. Bu sıcaklıktan mest olan sarı erdemin kollarında uyuyup kalmış aylarca.
Kış bitmiş, yaz gelmiş. Erdemin kollarından uyanan sarı her yer sıcakken erdemin sıcaklığından bunalmış. Oflayıp poflamaya başlamış. Erdem ise onu hiç bırakmak istemiyormuş. Sarı bir dilek daha tutmuş. Evet sevilmek güzel şey ama bende onu sevmedikten sonra kıymeti yok ki. Öyle biri gelsin, öyle biri çıksın ki karşıma hem seveyim hem de sevileyim. Bu dileği duyan erdemin gözlerinden bir damla yaş süzülmüş ve sarıyı bırakmış. Erdemin kollarını aralamasından fırsat bilen sarı hızlıca koşmaya başlamış. Nefes almadan aralıksız koşuyormuş. O kadar hızlı koşmuş ki önünü göremez olmuş. Aniden birşeye çarpıp yere yığılmış. Neye çarptığını anlamaya çalışırken karşısında O'nu görmüş.
O'nun gözleri sıcacık, elleri kocamanmış. Kendisine çarpan sarıyı kucağına alıp iyi misin diye fısıldamış kulağına. O'nun gözlerinde kaybolan sarı kendisinin bırakmış. Bütün bir yazı birlikte güle eğlene geçirmişler. Şarkılar söylemişler, dans etmişler, elele yürümüşler hayat holunda. Birbirlerini herşeyden çok seviyorlar, aşkları gün geçtikçe büyüyormuş. Lakin aşkın diğer yüzü kıskançlık doğmuş aralarındaki büyük bağdan. Sürekli sarıyı dolduruyor, sürekli O'nun içini kemiriyormuş. Kıskançlık kanlarına öylesine işlemiş ki artık birbirlerine hayat katmaktansa birbirlerinin hayatlarını yer olmuşlar. Birbirlerinin hayatlarını yedikçe de canları yanmaya başlamış. Biri 1 ısırıyorsa diğeri 2 ısırıyormuş. Ve en sonunda anlamışlar ki birbirlerine verecek bir hayatları kalmamış. Sarı hala O'yu çok seviyormuş. O hala sarının elini tutuyormuş ama ikisinin de bedenlerinden kan damlıyormuş. Sarı son kez O'na bakmış. Gözlerinden yaşlar akarak elini bırakmış O'nun.
Dilek tutmamış bu sefer. Beceremiyormuş içinden gelerek dilek tutmayı. Yıldızlara bakmış, yıldızlar kaymıyor. Kuyulara gitmiş, kuyular kupkuru. Ulu çınarlara yanaşmış, çınarlar bile cansız. Anlamış sarı aşkı kaybettiğini. Ay'ı izlemeye başlamış. İzlerkende ağlamaya başlamış. Babasının şatosunda her gece Ay'ı izliyormuş gözünden yaşlar süzülerek. Bu halini gören Kral acımış oğluna. Dört bir yana haber salmış. Oğlumu iyi edene ne dilerse diye. Şark hekimleri gelmiş, en ünlü şifacılar gelmiş. Sarının yüzü gülmüyormuş.
To be continued...